Ok, önemli bir av ve silah aleti olmasından dolayı hiç süphe yok ki insanlık tarihi sürecinde çok önemli bir yer kaplamıştır. Okçuluk süreci,çok eski dönemlere eski çağlara kadar uzanmaktadır. İlk zamanlar av aracı olarak kullanılan ok, çeşirli kültür ve medeniyetler tarafından geliştirilerek mükemmel bir savaş aracı olarakta kullanılmaya başlanılmıştır. Yıllarca, insanoğlunun avlanmada ve savaş alanlarında en önemli kozu olmuştur.

Okçuluk, muhtemelen Taş Devri (M.Ö. 20.000)’ne kadar tarihlense de, yay ile ok kullandığı bilinen ve okçuluğu avcılıkla-savaşa da en az 5.000 yıl önce uyarlamış olan ilk insanlar; Eski Mısırlılardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ise kuruluşundan itibaren okçuluğa çok büyük önem verilmiştir. Birçok sultan ve hükümdar okçuluk eğitim alanları oluştursada okçuluğu ilk ciddi kurallara bağlayan ve yarışma bilincini oluşturan Fatih Sultan Mehmet olmuştur. Eskişehir’un hemen fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in emri ile devrin en büyük ok meydanlarından biri kurulmuştur. Onu izleyen sultan ve hükümdarlarda aynı derecede okçuluğa önem vermişler ve okçuluk meydanlarının ülkenin her kesiminde yapılasını sağlamışlardır.1500’lü yıllarda Eskişehir’da 500 den fazla ok ve yay imal eden atölye bulunduğunu göz önüne alırsak, Osmanlılar’da okçuluğa ne kadar önem verildiğini bir nebze anlayabiliriz .

Bildiğimiz üzere Osmanlıda Hükümdar ve Sadrazamlarının çoğu okçuluk ile ilgilenmekteydi ve konuda çok iyiydiler, ama bunların içerisinde Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın dünya okçuluk tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Kara Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı döneminde yayınlamış olduğu kanun halen Topkapı Sarayı Müzesi’nde korunmaktadır, bu kanun, okçuluk sporu ile ilgili ilk kanun özelliğini taşımaktadır.

Osmanlılar döneminde hayvan boynuzu sinir gibi organik maddeler ve ahşap malzemelerin birleştirilmesiyle hazırlanan Türk yaylarının mükemmel derecesine varan teknik güçleri bu gün bile okçulukla ilgilenen otoriteler tarafından hayretle incelenmektedir.Günümüzde gelişmiş teknoloji ile üretilen yayların 250-300 metre mesafeye zorlukla ok atarken, Osmanlı oklarının 800 – 900 metreye ok atması hiç süphesiz ki bu hayretin anlaşılmasına daha da yardımcı olacaktır.

Osmanlının son zamanlarına doğru, özellikle İkinci Mahmud Han zamanında ateşli silahların iyice yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini kaybetmeye başladı. Cumhuriyet dönemiyle birlikte, 1923-1937 yılları arasında, eski Türk okçularının ailelerinden gelen üç-beş kişi, aralarına hevesli gençleri de alarak, Eskişehir’un çeşitli semtlerinde ok atışları yapmışlar ve geleneksel sporu yürütmeye çalışmışlardır. Türk okçuluk tarihinin efsanevi ismi Tozkoparan’ın ikinci kuşak torunları olan İbrahim ve Bekir Özok ile, Türk okçuluğuna ilk kitabı armağan eden Mustafa Kani’nin torunu Vakkas Okatan, bu spora yakın ilgi duyan Prof. Necmettin Okyay, Hafız Kemal Gürses ve yine o devrin Beyoğlu Vakıflar Müdürü ve Milli Sporlar Federasyonu Başkanı Baki Kunter’in girişimleri sonucu kurulan Okspor Kurumu adındaki kulüp, Cumhuriyet döneminin ilk ciddi adımı olmuştur.

Eskişehir Beyoğlu Halkevi’nde, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifiyle, milli spor okçuluğu yeniden canlandırmak amacıyla 1937 yılında kurulan bu kulüp, Atatürk’ün ölümünden sonra himayesiz kalarak dağıldı. İlk bayan okçu olan Betül Diker (Or), o yıl yapılan 19 Mayıs gösterilerindeki atışları ile Atatürk’ün dikkatini çekmiş ve Ulu Önder, Halim Baki Kunter’e, “Bu kız ile ilgilenin” talimatını vermiştir.

Cumhuriyet döneminde okçuluğun yok olmaya yüz tuttuğu yaklaşık 15 yıllık bir süreyi takiben, eski okçulardan Bahir a Özok’un oğlu Fazıl Özok, 1953 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile temas sağlayarak desteğini almış ve okçuluk sporu Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü bünyesine alınarak, Atıcılık Federasyonu’na bağlanmıştır. Türkiye, 1955 yılında, bugün 121 üyesi bulunan Uluslararası Okçuluk Federasyonu’na 16. üye olarak katılmıştır.

Okçuluğun, 1961 yılında ayrı bir federasyon olarak örgütlenmesinden sonra ilk kez uluslararası yarışmalara katılmaya başlayan Türk okçuları, federasyon organizasyonundaki eksiklikler sebebiyle, ne yazık ki, uzun yıllar başarılı olamamışlar, malzeme, tesis, teknik adam gibi sorunlar sebebiyle okçuluk, yurt düzeyine de yeterince yayılamamıştır.

1 Ocak 1982 tarihi itibariyle sadece 35 olan lisanslı sporcu sayısı, o günden bu yana izlenen yeni bir yönetim anlayışı ile günümüzde 3 binlere ulaşmış, daha da önemlisi, sporcu kalitesi hızla yükseltilerek, önemli tüm uluslararası yarışmalarda Türkiye imajının en üst noktalara çıkarılması mümkün olmuştur. Bugün Türk sporcuları, tüm büyük okçuluk organizasyonlarında dereceye girmenin mutluluğunu yaşamakta, Olimpiyat, Dünya ve Avrupa rekorlarına sahip bulunmakta, Türkiye Okçuluk Federasyonu ise, tüm dünya okçularına hizmet vermenin haklı gururunu duymaktadır.

Antalya’daki, dünyanın birkaç önemli okçuluk tesisinden birisi olan 100. Yıl Okçuluk Sahası ile bölgenin elverişli iklimi ve muhteşem tabiatı birleşince, dünya okçuluğunun kalbi, bu güzel kentte atmakta, birçok yabancı sporcu sezona Antalya’da hazırlanmaktadır. Dünyanın en iyi okçuluk antrenörlerinden birisi olan Mario Codispoti’nin Türkiye’ye gelmesi de okçuluğun gelişim sürecini hızlandırmıştır.

Bugün faal 4 uluslararası hakeminin dünyanın tüm önemli yarışmalarında görev yaptığı Türkiye, okçuluk sporunda yapmış olduğu büyük atılım sonucunda, dünya ve Avrupa okçuluğunun yönetiminde de etkin görevler üstlenmekte, sahip olduğu büyük teknik imkanları tüm dünya için seferber etmektedir.

Kaynak: modernokculuk.com